Upuzun bir yolculuk

Şule Gürbüz her romanıyla, okuyucularını şaşırtmayı başarıyor. Bu yüzden olsa gerek, onun yayımlanan her romanı, bir heyecan kaynağı oluyor. Mesela yeni romanı Kıyamet Emeklisi’nin iki cilt olarak yayımlanması, bizatihi şaşırtıcıdır. Neden? Çünkü Türk edebiyatında bu şekilde iki cilt halinde yayımlanan romana rastlamak güçtür. İkincisi, Şule Gürbüz’ün diğer romanları, mesela Kambur 92, Öyle miymiş? 198 sayfayken, Kıyamet Emeklisi’nin ilk cildi bile 401 sayfadır.

İçerik ve biçim açılarından da Kıyamet Emeklisi, romancının diğer kitaplarından farklı. Kambur’daki biçimsel denemeler, Öyle miymiş?’teki iç konuşmanın derinleştirilerek kullanılması, Kıyamet Emeklisi’nde yer yer kullanılır. Ben yine ne demek istedi, dediği dışında neleri kastetti diye okuyacağımı sanırken Kıyamet Emeklisi gayet açık, olay ve kahramanları belli bir romandır. Her şeyden önce Kıyamet Emeklisi’nin her iki cildi de üçüncü tekil şahıs anlatımla kurulmuş. Her iki romanda da “Tanrısal bakış”, bütün boyutlarıyla kullanılmaya çalışılmış. Tabi yine Şule Gürbüz tarzıyla… Bu tarzdan kastım nedir? Mesela üçüncü tekil şahıs anlatımına rağmen Şule Gürbüz kahramanlarını kuklaya çevirmiyor. Daha doğrusu meseleyi ön plana çekip, bu meselenin aktarılması için kahramanlarını araç haline getirmiyor. O, adeta kahramanıyla birlikte düşünüyor, hissediyor, hareket ediyor ve olayların içinde yer alıyor. Bu yüzden Kıyamet Emeklisi’nde anlatımcı olarak yazarın yeri, ne büsbütün olayların dışında ne de büsbütün içindedir.

ZORLAMA DEĞİL DOĞAÇLAMA

Şule Gürbüz tarzından kastımın ikinci sebebiyse, kahramanlarının sınırlarını fark edip, onları ihlal etmemesidir. Hani bazı romancıların söyleşilerinde rasgeliriz ya; “kahraman kendini bana yazdırdı” diye söylenir. Evet, Kıyamet Emeklisi’nin Aziz’i, Nuhu’su, Himi Baba’sı, Nazif Bey’i de adeta romancımıza kendilerini yazdırmışlardır. Bu yüzden hiçbirinde zorlama bir hareket yoktur. Hepsi de olabildiğince doğal hareket ederler. Romancıya sadece bu doğal halleriyle oturan, kalkan, düşünen ve heyecanlanan karakteri anlatmak kalmış gibidir.

Kıyamet Emeklisi nŞule Gürbüznİletişim Yayınların2022nI. cilt 401 sayfanII. cilt 523 sayfa

Şule Gürbüz, bu yeni romanında kahramanlarının ergenlik dönemlerine yoğunlaşır. İsabetli bir seçimdir bu, çünkü insan bilindiği üzere ergenlik döneminde şahsiyetini bulur ve geleceğe dair planlar yapar. Daha doğrusu ümitler geliştirir. Hissi olarak insan, gelecekte ne yapacağına ergenlik döneminde karar verir. Ve insan, artık ilerleyen yaşlarında da, hayatını hep ergenlik dönemini hatırlayarak, yeni karşılaştığı şeylerle o dönemde karşılaştığı şeyleri ilişkilendirerek yaşar. Biraz dikkat ettiğimizde, bütün büyük romancıların da bu kritik döneme dair yazdıklarını fark ederiz: Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sı ve Delikanlı’sı, Tolstoy’un Gençlik Yılları, Salinger’in Çavdar Tarlasındaki Çocuklar’ı, Joyce’un Sanatçının Genç Bir Adam Olarak Portresi’si, Thomas Bernhard’ın Nefes, Kiler, Soğuk, Neden dörtlemesi. Çünkü romancının temel amacı; “benlik inşası”nı yakalamak, çözmek, aktarmaktır. Kıyamet Emeklisi’nde Şule Gürbüz bu zor meseleye eğilmiş. Ama ne eğilme! Birinci cilt 401, ikinci cilt 523 sayfa. Diğer ifadeyle upuzun bir yolculuk.

Bu uzun yolculukta, her ne kadar Gürbüz’ün her karakteri, tek tek üzerinde durulmaya değse de, ana iki karakterin, aynı varoluş sancısını, farklı tabiatları neticesinde, farklı şekilde yaşaması anlatılır. Birinci cildin kahramanı Aziz, bütünüyle kendini hayatın şartlarına teslim ederken, ikinci cildin kahramanı Nuhu, hayata karşı kendini konumlandırıp, tersine kürek çekmeye yeltenir. İkisi de varoluş telaşı içindedirler. İkisi de düşünceli, duygulu, hassas ve yaralanmaya açıktırlar.

AZİZ’İN HİKAYESİ

Aziz’in hikayesini okurken, ister istemez aklımıza Walter Benjamin’in; “Dolayısıyla hiçbir zaman telafi edemeyeceğimiz bir şey vardır: On beşimizdeyken evden kaçmamış olmak.” tespiti geliyor. İşin ilginç tarafı, Aziz evden kaçtığının bile farkında değildir. O, ebeveynlerine ve abisine küsmüştür, evden dışarı çıkmış, ama ne yapacağını bilmemektedir. O an karşısına çıkan hasta bir çocuk, Aziz’in bundan sonraki hayatını değiştirecektir. Aziz’i Sarılık Tekkesi’nde Hasan Dede’nin, Melami Tekkesi’nde Hilmi Baba’nın, Uşşaki Tekkesi’nde Kemaleddin Efendi’nin yanındayken de, teslimiyetiyle tanırız. Benzer teslimiyet, onun Çaykara köyünde ve askerlik hayatında da görülür. Aziz, bir nevi rüzgar nereden esiyorsa, o tarafa savrulmaktadır. Sanki Şule Gürbüz, Aziz’i “Birey toplum şartlarının neticesidir,” ilkesi doğrultusunda ortaya çıkarır. Aziz’in olaylara müdahalesi hep; kendine verilen işi özenerek yapması ve bu yolla takdir toplamasından ibarettir. Sadece askerdeyken o, bir ara beklenmeyen davranışlar içine girer; bunun dışında, girdiği kabın şeklini ve rengini alan su gibidir.

Aziz’i ne kadar konuşsak, düşünsek, tartışsak azdır. Geçelim yine Aziz gibi Erzurumlu olan ama İstanbul’da ilkgençlik çağlarını yaşayan Nuhu’ya. Nuhu dünyaya karşı; “Seni, senin istediğin olmamayı, (…), göze alıyorum.” diyor. Nuhu ne kadar arzu ve tutkuyla doluysa, Aziz o kadar beklentisiz, arzusuz. Aziz bu isteksizliğine rağmen neredeyse her şeyin tadına bakabiliyor, onlara ulaşabiliyor; Nuhu, bu kadar iştahlı olmasına rağmen, her şeyden mahrum kalıyor. Tabi bir de Aziz’in Erzurum, Nuhu’nun İstanbul şartlarında büyüleri var. Şule Gürbüz iki koca ciltte bu şekilde büyük problemlerle boğuşmuş, olaylara içtimai, dini, psikolojik, felsefi açılardan yaklaşmaya çalışmıştır. Hele onun Melami şeyhi Hilmi Baba’yı öyle bir konuşturması var ki, ayrı bir yazıyla üzerinde durmaya değer.

Aslında Kıyamet Emeklisi’ne dair çok sayıda eleştirim de vardı. Yer kalmadığı için onları farklı bir yazıya erteleyelim. Son olarak, Şule Gürbüz’ün yeni romanında farklı bir okuma, düşünme ve hissetme ziyafeti sunduğunu söyleyerek bu yazıyı noktalayalım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir