İngilizcesi “science fiction” olan bilim kurgu kavramı, ilk kez 1926 yılında, kimi yerde H.G. Wells ve Jules Verne ile birlikte “bilim kurgunun babası” olarak tanımlanan Hugo Gernsback tarafından kullanıldı. Bülent Akkoç’un, 1996 yılında, Atılgan Bilimkurgu Dergisi’nin ilk sayısında yayınladığı yazıya göre bu türün en önemli isimleri diyeceğimiz yazarlar, bilim kurgu kavramını kendilerince ayrı ayrı tanımladı.
Isaac Asimov, bilim kurgunun bilimdeki gelişmelerin insanoğlu üzerindeki etkisi ile ilgilenen bir yazı türü olduğunu söyledikten 25 yıl sonra, yine “bilim kurgu” kavramının bilim ve teknolojideki gelişme düzeyine insanoğlunun yanıtları ile ilgilenen bir yazın türü olduğunu dile getirdi. Theodore Sturgeon, bilim kurgu öyküsünün insanoğlunun çevresinde örülmüş, insanlara ilişkin bir problemi, insanlara özgü biçimde çözen ve spekülatif bilimsel içeriğinin dışında olması olanaksız bir öykü olarak adlandırıldığını belirtti. Barry W. Malzberg ise bilim kurgu için farklı bir teknoloji ya da insanoğlunun sosyal sisteminin, hayali bir gelecekte, değişik bir bugünde ya da farklı bir geçmişte oluşmasının olası etkileri ile ilgilenen bir yazın türü ifadesini kullandı.
Bu tanımlardan yola çıkarak bilim kurgunun insanı ilgilendirdiğini, bilimdeki gelişmeleri temel aldığını, bilinmeyen ya da hayali bir zamanda geçtiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Fakat artık teknoloji öyle bir noktaya geldi ki bilim kurgu gerçekten hayali bir dünyayı mı anlatıyor, yoksa geleceğin minik bir fragmanını mı bizlere izletiyor emin değilim. Zira yüz yıllar öncesinde yazılmış romanlarda adeta günümüz teknolojileri yer alıyor. Bir zamanlar insanların hayal dünyasını süsleyen buluşlar, şimdi gerçekliğimizin birer vazgeçilmezi oluyor.
Bir bilim kurgunun en temel konuları nedir, gelin bunlara bir göz atalım. Zaman yolculuğu, görünmezlik, uçan arabalar, uzayda yaşam, güçlü nükleer silahlar, uzaylı istilası, zihin okuma… Burayı hayal gücümüze göre o kadar şekillendirebiliriz ki böylece bu konuların asla sonu gelmez. Kült diyebileceğimiz bilim kurgu romanlarındaki bazı bilinen konuları yazmadım, zira artık o konular bizim dünyamıza entegre olmuş durumda. Ne mesela? Görüntülü konuşma, internet, cep telefonları, kulaklıklar, kablosuz iletişim yöntemleri, güvenlik kameraları, kredi kartları… Bizlerin günlük yaşamının birer parçası olmuş bu teknolojiler bir zamanlar sadece bir hayaldi. Birileri bunları düşündü, hayal etti, yazıya geçirdi. Başkaları bunları okudu, kimileri “yok canım, böyle şey mi olur?” dedi, bazıları da bu teknolojilerin gerçeğe dönüştürülebileceğine inandı ve kolları sıvadı. Nitekim bu tahminlerin bu denli hızlı bir şekilde, hemen hemen anlatıldığı gibi gerçeğe dönüşmüş olmasının başka bir açıklaması yok.
Andre Gide: “İnsanın hayatı, insanın hayalidir.”
Philip K. Dick, “Do Androids Dream of Electric Sheep?” kitabını yazdığında sanal gerçeklik diye bir kavram yoktu ya da hepimizin film uyarlaması Total Recall olarak bildiğimiz “We Can Remember It for You Wholesale” adlı kısa öyküde geçen otonom araçlar hayal etmek için bile çok uç şeylerdi. Edward Bellamy‘nin 1888 tarihinde yayınlanan “Looking Backward: 2000–1887” adlı kitabında kredi kartından bahsedilmiş olması o dönemde kitabı okuyanlara ne düşündürdü? Zira tarihteki ilk kredi kartı 1946 yılında John Biggins tarafından geliştirilecekti ve böyle bir şeyin tahmini nasıl yapılabilmişti? Aslında cevap çok açık; hayal gücü. Andre Gide der ki: “İnsanın hayatı, insanın hayalidir.” Yani aslında birilerinin hayal edip bizlere sunduğu ön gösterimler artık bazılarımızın hayatı.
O zaman bilim kurgu ustaları diyebileceğimiz isimlerin hayallerinin nasıl gerçeğe dönüştüğüne bir göz atalım.
Ray Bradbury’nin deniz kabuğu kulaklıkları: Bluetooth teknolojisi
Ray Bradbury‘nin meşhur distopyası Fahrenheit 451’i bilmeyeniniz yoktur diye düşünüyorum. Ancak bilmeyenler için de şöyle söyleyebilirim; televizyonun revaçta olduğu bir dünyada kitaplar toplanıp yakılmaktadır. İtfaiyecilerse günümüzde olanın aksine yangınlar söndürmek yerine ortalığı ateşe vermektedir. Ana karakter Guy Montag, kitapları yakan bir itfaiyecidir ve neyi, niçin yaptığını sorgulamaz. Bir gün komşusu ile tanışır ve hayatı değişir, zira Montag artık kitapların değerini anlamaya başlamıştır.
Aslında böyle baktığımızda tipik bir korku ütopyası ile karşılacağımızı anlıyoruz. Bana kalırsa günümüzde bu kitapları okumak, her ne kadar etkileyici olsa da, eskisi kadar “vurucu” değil. Çünkü Bradbury’nin hayal gücü ile ürettiği bazı teknolojiler şu an elimizin altında. Burada en öne çıkan şey ise kulaklıklar, hatta bluetooth kulaklıklar. Bradbury, eserinde tasvir ettiği toplumdaki insanların “deniz kabukları” ve “küçük radyolar” kullandıklarından bahsediyor. Her iki cihazı anlatımı da günümüzün bluetooth teknolojisiyle fazlasıyla özdeşleşiyor. Bir diğer teknoloji de büyük ve düz “görüntü ekranları”, yani günümüzün düz ekran televizyonları. Başka bir teknoloji de insanların iletişim için bir duvarı kullanıyor olması, tıpkı günümüzde sosyal medya hesaplarındaki duvarlar gibi.
Cesur Yeni Dünya’nın SOMA’sı: Antidepresan
Bir başka meşhur distopya da Aldous Huxley‘nin Brave New World’ü. Hülya Küçük’ün Türkiye Siyaset Bilimi Dergisi’ndeki kitap incelemesinde şöyle bir ifadeye rastladım:
Dini bayramlar ve ayinlerin yerini, Dünya Devleti’nde ‘Ford Günü Bayramları’, ‘Cemaat İlahileri’ ve ‘Dayanışma Ayinler’ almıştı. Ayinlerde de normal zamanlarda olduğu gibi ‘SOMA’ adında bir ilaç veriliyordu ve bu ilaç insanların kendilerini kötü hissettiklerinde aldıkları ve onları rahatlatan, mutlu olmalarını sağlayan bir ilaçtı. Soma içerek insanlar hayal dünyalarında istedikleri yere tatile gidebiliyordu. Fakat somayı her zaman kullanmaları sistemin aksamasına neden olacağı için fabrika çıkışlarında devlet tarafından veriliyordu.
Bu ilaçların ne olduğu sanıyorum su götürmez bir gerçek; antidepresanlar. Tarihteki ilk antidepresan 1950’lerin sonunda ortaya çıkmıştı. Halbuki Huxley’nin cesur ve de yeni dünyası 1931 yılında kaleme alınmış, 1932 yılında da ilk baskısı yapılmıştı. Huxley, böyle bir öngörüyü nasıl yapmış olabilirdi? Aslında çok da zor değil. Her ne kadar şartlar değişiyor olsa da toplum aynı toplum, insanlar aynı insanlar. Herkes geçmişi gelecekle harmanlıyor ve kendi dönemine göre benzer şeyleri yaşıyor. Gelecekten korkarken, stresten ve sıkıntıdan uzak yaşamaya çalışıyor ve bu karar insanları belirli rahatlama yöntemleri aramaya itiyor. Huxley, sadece bunu düşünmüş bile olabilir. Bir de bu ilaçların “halkı uyuşturmak” fikriyle devlet tarafından verildiğini ekleyerek mükemmel bir distopya yaratmış oluyor.
1948 yılında cep telefonu: Space Cadet
Arthur C. Clarke ve Isaac Asimov‘la birlikte “bilim kurgunun üç büyük ustası”ndan biri olarak tanımlanan Robert A. Heinlein ise Space Cadet adlı romanında bugünkü büyük teknoloji şirketlerinin birbirleri arasında rekabet etmesine yol açan en önemli teknolojik cihazlardan birinden, cep telefonlarından bahsediyor. Romanda, Iowa’dan Colorado’ya seyahat eden bir kişinin cebinde taşıdığı bir telefona yönelik babasından gelen bir aramayı aldığını belirtir. Romanın kahramanı, Dünya yörüngesini terk etmeden önce telefonu evine göndermeye karar verir, çünkü bahsi geçen telefon sadece dünya yörüngesi içerisinde kısa mesafe aramaları yapabilecek kapasitededir. Hatta bundan yaklaşık 10 yıl sonra Arthur C. Clarke da bir makalesinde, herkesin taşıyabileceği kadar küçük bir iletişim aracından bahsetmiştir.
O zamanlar bahsedilen bu “küçük iletişim aracı” artık “akıllı telefon” adına sahip ve hepimizin ceplerinde. Hatta öyle ki sabit hatlı telefonlar neredeyse kullanılmaz oldu. Biraz daha ilerledikçe telepati ile anlaşabilir miyiz ya da farklı iletişim yöntemleri geliştirilir mi bilinmez. Lakin Heinlein’ın 1948 yılında yazdığı şeyler 50 yıl kadar sonra gerçek olduysa, bu teknoloji ile kim bilir ileride neler göreceğiz.
Drone’lar ve Dune
Geçtiğimiz senenin sonunda bilim kurgu sever birçok kişi Frank Herbert‘ın serisinden uyarlanan Dune’un ilk filmini hiç şüphesiz izledi. Filmi izlerken ne düşündünüz, bilemem ancak benim kafamdan bir kere bile “vay be, ne teknoloji!” düşüncesi geçmedi. Çünkü 2021 yılında, bir sinema salonunda, Frank Herbert’ın 1965 yılında hayal ettiği drone’ları izlerken cep telefonumdan herhangi bir e-ticaret sitesine girip drone siparişi verebilecek teknolojiye sahibim.
H.G. Wells ve geleceğe dair tahminleri
Bilim kurgunun kişisel olarak en sevdiğim yazarlarından biri olan H.G. Wells ise isabetli tahminleriyle beni en fazla şaşırtan kişi. Zira Wells, uçakların, tankların, uzay yolculuğunun, nükleer silahların, uydu televizyonunun, zaman yolculuğunun, uzaylı istilasının, görünmezliğin, biyolojik mühendisliğin ve birçok teknolojinin adeta fikir babası. Wells, 1914 tarihli “The World Set Free” adlı romanında, radyoaktivitenin gücünü kullanarak sürekli olarak patlayabilecek “atom bombaları” tasviri yaptı. 1898 tarihli “The War of the Worlds” adlı romanında biyolojik çatışma ve lazer silahlarını öngördü.
Wells’in 1923 tarihli “Men Like Gods” adlı romanında insanlar, yalnızca bir tür sesli posta ve e-posta benzeri özelliklerin birlikte kullanıldığı kablosuz sistemlerle iletişim kuruyordu. 1896 tarihli “The Island of Dr Moreau” kitabında ise söz konusu olan genetik mühendisliği idi. Bu kitap, insan-hayvan melezlerini yaratmayı, cerrahi nakilleri, hayvanlar üzerinde yapılan deneyleri anlatıyordu.
Wells’in bir başka meşhur romanı ise “The Invisible Man”. Bu roman, görünmezliği keşfeden bir bilim adamını anlatıyor. Evet, günümüzde görünmezlik belki bizler için mevcut değil. Ancak optik kırılmalarla devasa binaların bile görünmezliği sağlanabiliyor. Birkaç yıl önce, Kanadalı askeri kamuflaj üniforma üreticisi HyperStealth Biotechnology adlı şirket, herhangi bir kişiyi veya nesneyi görünmez yapabilen Quantum Sheath adında bir malzeme geliştirdi.
Sonuç olarak Wells’in günümüzde gerçekleşmiş birçok şey hakkında, yüz yıllar öncesinden sağlam öngörüleri olduğunu söyleyebiliriz.
Beklenen isim: George Orwell ve 1984
Sanırım, herkesin beklediği o isme geldik; George Orwell. Orwell, 1949’da yayımlanan meşhur distopyası 1984’te günümüzün birçok teknolojisinden bahsetmişti. “Big Brother is watching you” mottosunun yer aldığı kitap, aslında nelerin tahmin edildiği konusunda ipuçları veriyor. Gizli kameralar ya da güvenlik kameraları Orwell’ın yıllar önce tahmin ettiği teknolojiler. Aynı şekilde telefon dinleme de öyle. Hatta günümüzde, Çin’de Uygur Müslüman azınlığının 500 binden fazla üyesi yüz tanıma kameralarıyla izleniyor. Orwell’ın tahmin ettiği bir başka şey de transkripsiyon cihazları. Artık sesli notları yazıya döken cihazları da geçtik, böyle uygulamalara sahibiz. Sonuç olarak, George Orwell’ın da öngörüleri yüksek bir yazar olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Teknoloji şirketleri, bilim kurgu yazarlarının eserlerini başucundan ayırmamalı
Aslında bilim kurgu kitaplarında yer alan ve günümüzde gerçeğe dönüşen teknolojiler bunlarla sınırlı değil. Aralardan, belki de adını bile duymadığımız birçok kitaptan neler neler bulabiliriz. Ben bu yazıda özellikle kült olarak tanımladığımız bazı kitapların bariz tahminlerini anlatmaya çalıştım. Aslında Isaac Asimov ve Arthur C. Clarke gibi yazarlar, bazı tahminlerini kitaplarında anlatmasa da çeşitli dergilere, medyaya verdikleri röportajlarda birçok tahminde bulunmuş ve bu tahminlerin de çoğu hayata geçmiştir. Tüm bu içeriklere değinmek ise çok sağlam bir araştırmayı gerektirecek ve çalışma adeta bir tez konusu olacaktır.
Şunu söyleyerek yazıyı tamamlamak istiyorum. En başta da bahsettiğim gibi bu eserlerdeki bahsi geçen teknolojiler birilerinin haya ürünüydü ve bu teknolojileri hayata geçirme konusunda ısrarlı ve azimli kişiler, bir şekilde bunu başardı. Bana kalırsa teknoloji şirketlerinin, özellikle geleceğe yönelik işleri odağına alan şirketlerin, bilim kurgu yazarlarının eserlerini başucu eserleri haline getirmesi gerekiyor. Çünkü daha keşfedilecek çok şey bulunuyor.
Bir gün zaman makinesi ya da ışınlanma da gerçek olur mu, bilinmez. Ancak ben sevdiğim bilim kurgu yazarlarını okuyarak bir gün bunların da gerçek olmasını umuyor olacağım.