Mert İnan x [email protected]
Arkeoloji dünyasının duayen ismi Prof. Dr. Mehmet Özdoğan ile geçtiğimiz haziran ayında düzenlenen Arkeoloji Şurası’ndan hemen sonra Sultanahmet’teki evinde bir araya geldik. Müzeyi andıran evde Prof. Dr. Özdoğan ile artıları ve eksileriyle Türkiye’nin arkeoloji karnesini, neler yapılması gerektiğini konuştuk. Mehmet Hoca, Türkiye’nin bilimsel ve arkeolojik çalışmalarda dünyadaki ilk 14 ülke içinde olmasa da sıralamada 14-25 aralığındaki ülkeler klasmanında yer aldığını belirterek, “Yerkürede 208 ülke bulunuyor. Fizik, kimya, biyoloji, diğer bilim dalları ile arkeolojide ilk 14 ülkenin birikimi Rönesans ile başlıyor. Bu ülkelerdeki toplumlar, bilimsel araştırmaları sindirmiş, kuram koyan, tartışma kültürü olan bireylerden oluşuyor. Türkiye ise 14-25 makasındaki, kuramları bir an önce alıp uygulayabilen, bilimsel çalışma ve araştırmalara kafa yoran ülkeler kategorisinde. Yani iyi durumda olduğumuzu söyleyebiliriz” diyor. Sıralamada 25 ile 208 arasındaki ülkelerin ise bilimsel araştırma ve arkeoloji anlamında kötü bir karneye sahip olduğunu kaydeden Özdoğan “Bu açıdan bakınca Türkiye’nin özellikle arkeoloji açısından iyi bir noktada olduğunu ancak daha da iyi olabileceğini görmemiz gerek” değerlendirmesinde bulunuyor. Türkiye’nin arkeolojik mirasın çok zengin olmasına karşın arkeolojik çalışmalar ve bilimsel araştırmalar açısından potansiyelini tam olarak ortaya koyamadığını da sözlerine ekleyen Mehmet Özdoğan, şunları kaydediyor: “Bu ülkede fizik, kimya, matematik ne kadar iyi ise arkeoloji de aynı oranda iyidir. Sağlam altyapımız var ancak maalesef uluslararası toplantılarda yetenekli, yabancı dile hâkim kişilerin daha çok yer alması gerekiyor. Suriye’de iç savaş öncesi bir tane iyi arkeolog vardı ve her toplantıda bu kişi yer aldığından sürdürülebilirlik sağlanıyordu. Türkiye’de her seferinde başka başka isimlerin toplantılara katılması eksiklerimizden.” Mehmet Hoca, “Artı ve eksilerimiz neler?” diye sorduğumuzda da şu yanıtı veriyor: “Türkiye genelinde 500 civarında kazı var. Bu çok iyi bir oran. Ancak kurtarma kazıları açısından oldukça gerideyiz. İsrail’de yılda 4 bine yakın kurtarma kazısı yapılırken bizdeki sayı 100 civarında. Büyük projeler açısından İstanbul Yenikapı Metro Kazılarının çok iyi ve örnek olması gereken model olduğunu düşünüyorum. Hızlı yatırımlara anında reaksiyon vererek organize olmalıyız. Türkiye’nin imzaladığı uluslararası antlaşmalar da toprağa yapılacak müdahaleler öncesinde değerlendirme ve kurtarma kazısı yapılacağını garanti ediyor.”
“Bilgi kaybolmamalı”
“Elbette her yeri arkeolojik alan şeklinde çevrelemek gerekmeyebilir” diyen Özdoğan, “Öyle olsa an tüm dünya müzeye dönüşür. Ancak bilginin kaybolmaması çok
mühim. Geçmişten kalan bilginin bilime kazandırılması gerekiyor. Yoksa birtakım bulgu veya buluntuların yerinde mi yoksa kâğıt üzerinde mi korunacağı başka bir mesele. Günümüzde, Küçükçekmece’deki Yarımburgaz Mağaraları için endişeliyim. Mutlaka kurtarma kazısı yapılarak oradaki bilginin kapsamlı olarak kazanılması lazım” değerlendirmesinde bulunuyor
“Enstitüler teşvik edilmeli”
Mehmet Özdoğan, diğer ülkelerin arkeolojideki durumlarına ilişkin olarak da şu yorumlarda bulunuyor: “Almanlar dışarıda çalışacakları enstitüleri çok iyi kurdular ve onlarca yıldır sürekli bilgiyi arıyorlar. İngilizler havlu atmış durumda. Çin ise arkeolojide yükselen yıldız pozisyonunda. Sibirya’da bizden çok kazı yaptıklarını biliyorum. Atatürk, ülkedeki her kurumu millileştirdi ancak sadece bilimin ulusal olamayacağını, bilimin uluslararası olması gerekliliğine inandı. Bu sayede 1926’dan itibaren yabancılarla bilim alanında iş birliği teşvik edildi. Üniversiteler üniversite haline gelmişse bu vizyon sayesindedir. Bu nedenle arkeolojide halihazırda Kültür ve Turizm Bakanlığı ile üniversite arasındaki dengenin korunması çok önemli. Sistemle oynamak yerine, üniversiteler bünyesinde bölgesel enstitülerin kurulması teşvik edilmeli. Bunun ilk örneği de Gaziantep olabilir.”
“Yapı doğru inşa edilmeli”
Geçtiğimiz haziran ayında düzenlenen Arkeoloji Şurası’na da değinen Özdoğan, şu görüşleri paylaştı: “Bazı önemli konuların altını çizmek isterim. Türkiye’de arkeoloji ile ilgili kurumsal bir yapının kurulması gerekli ancak bu yapının yanlış inşa edilmemesi gerekir. Yabancı ülkelerin arkeoloji enstitüleri, diğer ülkelerde yaptıkları araştırmaları desteklemek ve yerelle ilişkileri organize etmek için çalışır. Arkeoloji ve kültür mirası ile ilgili konularda iki temel aktör bürokrasi ve bilim yani akademidir. Arayüzü doğru koymadığınız zaman sistem işlevsiz kalır. Sovyetler’de arkeolojinin bir adım öne gitmemesi arayüzün yanlış tanımlanmasındandır. İki yapıyı aynı kurumda birleştirdiğinizde bürokrasi bilimi yer. Bürokrasi ile bilim arasındaki arayüz doğru işlemeli. Geleneği bir kez bozarsanız sistem kötüye gider. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın üzerine çıkacak bir yapı olmamalı.”